Pazar 9 Kasım 2025 - 13:54
İnkılap Rehberi, Son Otuz Yılın Bilimsel Kalkınmasının Mimarıdır

Havza / Hüccetü’l-İslâm ve’l-Müslimîn Hüsrevpenah, son otuz yılda ülkenin ilmî gelişiminde belirleyici rol oynayan ve bu gelişmeyi sağlayan tek büyük şahsiyetin Yüce Rehber olduğunu vurgulayarak şöyle dedi: “İnkılap Rehberi aslında ülkede ilmin ilerlemesi için hem istikrâî (tümevarımcı) hem de kıyâsî (tümdengelimci) yönetişim yöntemlerini ilmî alanda uygulamıştır.”

Havza Haber Ajansı’nın Tahran’dan bildirdiğine göre, Yüksek Kültür İnkılabı Konseyi Genel Sekreteri Hüccetü’l-İslâm ve’l-Müslimîn Abdülhüseyin Hüsrevpenah, Cumartesi akşamı İran Birinci Kanalı’nda yayımlanan “Ceryan (Akım)” adlı programda İrani-İslami kimliği ve bu kimliğin Batı kültürü ile akılcılığından farklarını analiz ederek şöyle dedi:

“‘Bizden söz edildiğinde kastedilen şey, İrani-İslami kimliktir. Her ne kadar bu kavramı diğer İslam ülkelerine de genellemek mümkün olsa da, İran kimliği kendine özgü özellikler ve ayırt edici yönlere sahiptir.”

Hüccetü’l-İslâm Hüsrevpenah, İslam ülkeleri arasındaki kültürel ve dinî ortak noktalara değinerek şöyle devam etti: “İster Şii ister Sünni olalım, hepimiz Müslümanız; tevhit ve ahirete inanır, Ehl-i Beyt’e (a.s) saygı duyarız. Bununla birlikte bazı farklar da vardır; örneğin İranlılar Nevruz ve Şeb-i Yelda gibi özel günlere sahiptir ki bunların benzerleri diğer ülkelerde görülmez. Dolayısıyla bizden söz ederken kastedilen şey Yüce Rehber’in düşünce sisteminde tanımlanan İrani-İslami kimliktir. Bu kimliğin temel unsurları akılcılık, maneviyat, erdem ve adalettir.”

Yüksek Kültür İnkılabı Konseyi Genel Sekreteri sözlerine şöyle devam etti: “İrani-İslami kimlik her zaman akıl ve hikmetle birlikte olmuştur. Firdevsî’nin şiirleri akıl ve hikmet kavramlarıyla doludur. Hatta İslam öncesinde bile İran’da ‘Hüsrevânî Hikmeti’ vardı ki, akıl yürütme bu düşünce sisteminin temel unsurlarındandı. İslam’dan sonra da bu özellik daha da güçlenmiştir, çünkü Kur’an hikmete ve akla vurgu yapar.”

Hüccetü’l-İslâm ve’l-Müslimîn Hüsrevpenah şunları söyledi: “İranlılar İslam’ı zorla kabul etmediler. Onların Ehl-i Beyt’e (a.s) sevgisi, akılcılık ve maneviyat temeli üzerine kuruludur. Hatta mezhebi Sünni olanlar bile Ehl-i Beyt’i severdi. İran’da Nâsıbî (Ehl-i Beyt düşmanı) ya da aşırı uç eğilimler görülmez.”

Hüccetü’l-İslâm ve’l-Müslimîn Hüsrevpenah ardından şu ifadeleri kullandı: “İranlılar daima erdemli, ahlaklı, misafirperver, hayırsever ve iyiliksever kimseler olarak tanınmışlardır. Ülkedeki pek çok okul ve hastane hayır sahipleri tarafından inşa edilmiştir. Adalet ve erdem, İrani-İslami kimliği şekillendirmiş ve bu kimliği hem Kur’an’la hem de İran’ın klasik edebiyatıyla bütünleştirmiştir.”

Yüksek Kültür İnkılabı Konseyi Genel Sekreteri, ardından bağımsızlık ruhu ve istikbara karşı direnişi İrani-İslami kimliğin bir diğer özelliği olarak zikrederek şöyle dedi: “İranlılar zulme boyun eğmez, hiçbir zaman sömürgeciliğin altında yaşamayı kabul etmezler; ancak düşmanlarına karşı da daima vakur bir tavır sergilerler. Bunun en açık örneği Batılı müttefiklerin, Sovyetler’in ve Amerika’nın doğrudan veya dolaylı olarak müdahil olduğu sekiz yıllık Kutsal Savunma döneminde İran milletinin gösterdiği destansı direniştir.”

Hüccetü’l-İslâm Hüsrevpenah, milli kimliğin oluşumunda güçlü yöneticilerin rolüne de dikkat çekerek şöyle devam etti: “İrani-İslami kimlik, yöneticilerin güçlü, izzetli ve dirayetli olduğu zamanlarda en açık şekilde tezahür eder. Bu durum İmam Humeynî (r.a) ve Yüce Rehber gibi şahsiyetlerde belirgin bir biçimde görülür; zira onlar zulme karşı dimdik durmuşlardır.”

Ardından Hüccetü’l-İslâm ve’l-Müslimîn Hüsrevpenah bu kimliği psikolojik ve sosyolojik açıdan da değerlendirdi ve şöyle dedi: “İrani-İslami kimlik, ağsal (şebeke temelli) bir kimliktir; yani akılcılık, adalet, maneviyat ve tevhit üzerine kuruludur. İranlılar tarih boyunca daima muvahhit ve Tanrı’ya yönelen bir toplum olmuşlardır. Hükümdarlar hiçbir zaman İran’da şirk inancını yaymayı başaramamıştır. Zerdüştler de aslında ateşperest değillerdi; onlar ateşte bir nur ve ilahî tecelli görürlerdi, ateşi yaratıcı olarak değil Tanrı’nın nurunun bir sembolü olarak kabul ederlerdi.”

Yüksek Kültür İnkılabı Konseyi Genel Sekreteri, İran’daki felsefe ve hikmet geleneğine değinerek şunları ekledi: “Şeyh Şehâbeddin Sühreverdî, henüz 33 yaşındayken ‘Hikmetü’l-İşrâk’ı kaleme aldı ve Hüsrevânî hikmeti ile Kur’anî hikmeti bir araya getirdi; bunu yaparken hiçbir şekilde eklektizme (düşünce karışımına) düşmedi. Bu birleşim, İrani-İslami kimliğin sağlamlığını pekiştiren bir unsurdur.”

Ardından Batı’yı ve Batı akılcılığını eleştirerek şöyle konuştu: “Batı tarihi savaş ve şiddetle doludur. Yunan ve Roma savaşlarından Haçlı seferlerine, oradan da iki dünya savaşına kadar Batı sürekli sömürü, cinayet ve tahakküm içinde olmuştur. Amerika ise sadece elçilik bulundurmadığı ülkelerde darbe yapmamıştır; elçiliğinin bulunduğu her ülkede bir şekilde müdahale ya da darbe gerçekleştirmiştir.”

Hüccetü’l-İslâm ve’l-Müslimîn Hüsrevpenah sözlerine şöyle devam etti: “Modern Batı yalnızca çıkar merkezli akılcılık üzerine kurulmuştur. Bu akıl, hesapçı ve teorik bir akıldır; ancak âhiret aklı yoktur. Ölçüsü sadece dünyevî menfaatlerdir. Buna karşılık İrani-İslami kimlik hem geçim aklı, hem teorik akıl, hem de âhiret aklını birlikte barındırır. Bu nedenle bizim kararlarımız âhiret merkezlidir.”

Hüccetü’l-İslâm Hüsrevpenah, Yüce Rehber’in “İran atom bombası üretmeyecek, ama nükleer bilimi geliştirecektir” sözlerine atıfta bulunarak şöyle dedi: “İslâm Cumhuriyeti, %3,5, %20 hatta %60 oranında zenginleştirme yaparken, amacı bomba üretmek değil; elektrik üretimi, ilaç sanayisi ve denizcilik teknolojilerinde gelişme sağlamaktır. İşte bu, âhiret aklıdır; çünkü bu tür kararlar değerleri ve ahlakı siyasî ve ilmî süreçlerin merkezine yerleştirir.”

Yüksek Kültür İnkılabı Konseyi Genel Sekreteri şu vurguyu yaptı: “Bizimle Batı arasındaki fark tam olarak bu noktadadır. Batı yalnızca geçim aklına sahiptir; oysa İranlılar âhiret aklını hem teorik akıl hem de geçim aklı ile birleştirmiştir. Bu felsefî, kültürel ve pratik fark İran’ın hem ulusal hem de uluslararası düzeydeki karar ve politikalarının doğasını belirlemektedir.”

Hüccetü’l-İslâm Hüsrevpenah, İran ile Batı arasındaki ilişkiyi değerlendirmede yapılan yanlış algılara da değinerek şöyle dedi: “Bazen bazıları sanıyor ki Batı tek parça, yekvücut bir bütündür; biz ya onu tamamen kabul etmeliyiz ya da tümüyle reddetmeliyiz. Oysa Batı, birbirinden farklı parçalardan oluşan bir bütündür ve onu bölünmez, homojen bir yapı olarak görmek hatalıdır. Ben Batı’nın yekpare bir bütün olduğuna inanmıyorum.”

Hüccetü’l-İslâm Hüsrevpenah sözlerini şöyle sürdürdü: “Batı medeniyeti içinde akılcılığın ve ilmî ilerlemenin bazı yönleri vardır ki bunlardan yararlanmak gerekir. Batı, teorik, istidlalî (mantıkî) ve tecrübi aklı kullanarak hücre, molekül, atom ve kuantum yapıları gibi alanlarda bilgiye ulaşmıştır; hatta galaksiler ve uzak gezegen sistemlerini dahi tanıyabilmiştir. Bu başarılar, teorik aklın ürünleridir ve İslam da bu aklı reddetmez.”

Yüksek Kültür İnkılabı Konseyi Genel Sekreteri, Yüce Rehber’in modern bilimlere bakışına değinerek şöyle açıkladı: “İslam İnkılabı Rehberi hiçbir zaman yeni bilimlere ve ilmî ilerlemelere karşı olmamıştır. Aksine defalarca ülkenin ilmî ivmesini korumamız ve bilimin sınırlarını aşmamız gerektiğini vurgulamıştır. Yüce Rehber’in bakışı şudur: Bilimi, dinî ve ahlakî akılcılıkla birleştirerek insanın ve maneviyatın hizmetine sunmalıyız; onlardan ayrıştırmamalıyız.”

Hüccetü’l-İslâm Hüsrevpenah sözlerine şöyle devam etti: “Son otuz yılda ülkenin ilmî gelişiminde belirleyici rol oynayan ve bu gelişmeyi sağlayan tek büyük şahsiyet, Yüce Rehber’dir. O, hem teorik ve istidlalî alanda hem de pratik ve uygulamalı düzeyde bilimsel ilerlemelerin teşvikçisi ve destekçisi olmuştur. Örneğin Şehit Fahrîzâde nükleer alanda faaliyet gösterdiğinde onu bizzat teşvik etmiş ve desteklemiştir; yine, merhum Kâzemî Âştiyânî kök hücre araştırmalarında çalıştığında, doğrudan ilgi ve destek görmüştür.”

Hüccetü’l-İslâm ve’l-Müslimîn Hüsrevpenah sözlerini şöyle sürdürdü: “İslam İnkılabı Rehberi, ülkede bilimin gelişmesi için hem istikrâî (tümevarımcı) hem de kıyâsî (tümdengelimci) bir yönetim tarzını ilim alanında uygulamıştır. Ancak son yıllarda ilmî ilerlemenin hız kaybettiğinden yakınmış ve yeniden ciddi bir şekilde büyüme ve yenilik sürecine dönülmesi gerektiğini vurgulamıştır.”

Hüccetü’l-İslâm Hüsrevpenah, Yüce Rehber’in bilim ve teknoloji alanındaki stratejik yönlendirmelerine de değinerek şöyle dedi: “2000’li yılların başında ve 2010’lu yılların ilk dönemlerinde, Yüce Rehber mikroelektronik konusunu gündeme getirdi. Bugün hiçbir sanayi dalı — ev eşyalarından sağlık, tıp, tedavi ve savunma sanayisine kadar — mikroelektronik olmadan düşünülemez. Ayrıca yapay zekâ ve kuantum teknolojisinin önemini vurgulayan ilk kişilerden biri yine kendileridir.”

Yüksek Kültür İnkılabı Konseyi Genel Sekreteri şu hatırlatmada bulundu: “Yüce Rehber’in, üniversite öğretim üyelerinin yükselme yönetmeliklerinin revize edilmesi yönündeki tavsiyesi, araştırmaların verimliliğini artırmaya yönelik dikkatinin bir örneğidir. Ayrıca ülkenin kapsamlı ilmî haritasının hazırlanması ve güncellenmesi ile yapay zekâ, kuantum ve malzeme bilimi alanlarındaki ulusal belgelerin oluşturulması da doğrudan Rehber’in vurgusu ve talimatıyla gerçekleşmiştir.”

Ekler

yorumunuz

You are replying to: .
captcha